Sencer Akademi

Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma Yasağı Bağlamında İsrail-Filistin Sorunu

ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANMA YASAĞI BAĞLAMINDA İSRAİL-FİLİSTİN SORUNU

Şeyma KALEM

 

ÖZET

İsrail-Arap sorunları 15 Mayıs 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla başlamıştır. Arap Dünyası, İsrail Devleti’nin kurulduğu günü El Nakba (felaket günü) olarak ilan etmişlerdir. O günden itibaren başlayan sorunlar 1956,1976,1973 ve günümüze kadar devam etmiştir. İsrail Devleti, Birleşmiş Milletler’in1949 yılında çizdiği sınırların ötesine geçerek topraklarını genişletme politikasını uygulamaya başlamış ve Filistin topraklarının bir kısmını kendi topraklarına katmıştır. Ve katmaya devam etmektedir. Bu bağlamda uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan teorilerden Realizm ve Liberalizmin görüşlerini de ele alarak uluslararası hukukta kuvvet kullanma yasağı ve kurulan Birleşmiş Milletler Örgütünde alınan kararlar ile birlikte İsrail-Filistin sorunu değerlendirilmiştir.

 

Anahtar Kelimeler: Kuvvet Kullanma Yasağı, Birleşmiş Milletler, İsrail-Filistin, Ortadoğu

 

ISRAEL-PALESTINE ISSUE IN THE CONTEXT OF THE PROHIBITION OF THE USE OF FORCE IN INTERNATIONAL LAW:

ABSTRACT

Israeli-Arab problems began with the establishment of the State of Israel on May 15, 1948.The Arab world declared the day the State of Israel was founded as El Nakba(day of disaster).The problems that started from that day continued in 1956, 1976, 1973 and until today.The State of Israel began to implement the policy of expanding its territory within the borders drawn by the United Nations in 1949 and annexed some of the Palestinian lands to its territory.And it keeps adding.In this context, the Israeli-Palestinian problem was evaluated together with the prohibition of the use of force in international law and the decisions taken in the established United Nations Organization, by considering the views of Realism and Liberalism, which are among the theories that emerged in international relations.

 

Keywords: Ban On Use Of Force, United Nations, Israel-Palestine, Middle East

 

 

GİRİŞ

 

15 Mayıs 1948’de İsrail Devleti kuruldu. Kurulduğu günden itibaren Arap Dünyası ile sorunlar başlamıştır. Ve Arap Dünyası, İsrail Devleti’nin kurulduğu günü El Nakba (felaket günü) olarak ilan etmişlerdir. İsrail Devleti 1949 yılında Birleşmiş Milletler’in (BM) çizdiği ülke sınırlarını reddetmiş ve Filistin topraklarını işgal etmeye başlamıştır. Ve bu durum 1956,1976,1973 yıllarıyla beraber günümüze kadar devam etmiştir.1967 yılında yaşanan savaştan sonra İsrail Devleti topraklarını genişletmiştir. Bu tarihte yaşanan savaş ile birlikte İsrail, Doğu Kudüs’ü işgal etmiş ve başkenti olarak ilan etmiştir. Bu olaydan sonra BMGK(BM Güvenlik Konseyi)tarafından 1980 tarihinde 476 ve 478 kararıyla “uluslararası hukuk ihlali” olduğunu ve hükümsüz olduğunu bu nedenle yürürlükten kaldırılması gerektiğini belirtmiştir. Ve bu sadece uluslararası hukukta değil uluslararası kamuoyunda da yankı uyandırmış ve karşı çıkılmıştır. BM’nin 2/4 maddesinde yer kuvvet kullanma yasağı maddesinin uygulanmadığını görmekteyiz. 1949 yılında çizilen İsrail sınırları ile günümüzdeki İsrail sınırlarına baktığımız zaman BM’nin aldığı kararların uygulanmadığını görmekteyiz. Uzun yıllardır devam eden bu sorunlara uluslararası hukuk, kurulan örgütlerin çözüm bulamadığını görüyoruz. Uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan teorilerden realizme göre; hiçbir devlet barış içinde kalamazdı. Devletlerin hayatta kalabilmesi sadece iyilik ve ahlak normlarından geçmezdi. Devletler gerektiğinde ülkelerini korumak için her yol mübahtır anlayışını benimsemelerini ve gerektiğinde savaşa başvurabilmeliydiler. Yani realizm “gücü” savunur. Liberalizm ise realizmi bütünüyle reddeder. Liberalizme göre; devletlerin doğasında birbirlerine karşı düşmanlıklarının olmadığını, barış içinde yaşayabileceklerini öne sürmüştür.

 

1)BİRLEŞMİŞ MİLLETLER VE KUVVET KULLANMA YASAĞI

 

BM Örgütü’nden önce 19.yy’na kadar devletlerin kuvvet kullanması meşru bir haktı. Devletlerin birbirlerine savaş açabilmekte özgür ve doğal bir hakka sahiplerdi. Bu hakkın ilk kısıtlanması 1907 Lahey sözleşmesi ile hayata geçmiştir. Daha sonra ise I. Dünya Savaşı’ndan sonra barış ortamının kurulması amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti ile “kuvvet kullanma yasağı” tamamıyla yasaklanmış olmasa dahi kısıtlayan bir örgüt olmuştur. II. Dünya savaşından sonra kurulan BM Örgütü ile tamamen “kuvvet kullanma yasağı” 2/4 maddesi ile yasaklanmıştır. Bu maddenin amacı II. Dünya Savaşı’ndan sonra çok fazla can yandığı için olası bir silahlı saldırının önüne geçmek için yapılmıştır. Bu madde sadece silahlı saldırılar için geçerli kılınmıştır. Yani “ekonomik yaptırımlar, ticari anlamında boykot etme” gibi ekonomik ya da siyasi baskıların kuvvet kullanma bağlamında değerlendirilmeyeceği buradaki kuvvetin sadece şiddetin anlaşılması kabul görülmüştür.

BM2/4 maddesinde yer alan “diğer bir devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı” BM’nin amaçları ile bağdaşmayan kuvvet kullanma yasağı, tehdidi yasaklanmıştı. Ve bu madde üye olan, üye olmayan bütün devletler için geçerli kılınmıştı. Birleşmiş Milletler II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulduğu için bu madde “silahlı saldırı” niteliğinde olan savaşlar kapsamında değerlendirilmektedir fakat günümüzde oluşturulan kitle imha silahları, nükleer silahlar söz konusu olduğu zaman bu madde yetersiz kalmıyor mu? Bu bağlamda tartışmalar ve yaşanan örnekler(Osirak Reaktörü’nün İsrail tarafından bombalanması karşısında BM’nin tutumu) ile BM örgütünde alınan bu kararın uygulanmadığını görüyoruz.

BM’de 51. Maddesinde ise “meşru müdafaa hakkı”  zaruret, aciliyet, orantılılık olmak üzere üç şartı vardır. Meşru Müdafaa Hakkı her devletin sahip olduğu kendini işgallerden ya da saldırılardan korumak için devletlerin başvurduğu bir haktır. Meşru Müdafaa Hakkının daha genişletilmiş hali ise  Önalıcı Meşru Müdafaa’dır. Önalıcı meşru müdafaa da “saldırı” şüphesi olması halinde harekete geçmek yeterli olarak kabul edilir. Fakat 2002 yılında yaşanan Irak Savaşı’nda ABD’nin Irak’ı biyolojik silahlar ürettiğini ve naklettiği gerekçesiyle bombalaması ve bu iddiaların sahte olması nedeniyle Önalıcı Meşru Müdafaa Hakkını suistimal etmiştir.

 

 

2)REALİZM VE LİBERALİZM MUKAYESİ

 

Uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan teoriler, yaşanan herhangi bir olayı açıklamak için kullanılan bir düşünce sistemidir.(Arı,2018,s.1) Teoriler, uluslararası ilişkilere bir çerçeve oluşturup oradan bakmamızı sağlar. Ve uluslararası ilişkileri daha iyi anlamak için geliştirilmiştir. Bu makalede ortaya çıkan Realizmi ve Liberalizmi mukayese edilmiştir.

Realizmin ortaya çıkışı çok eskilere dayanmasına rağmen II. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası ilişkilerde önemli bir yer edinmiştir. Realizme göre en önemli unsur “güç” tür. Realizme göre güç ise X’in Y’ye askeri, siyasi, ekonomik, psikolojik olarak uyguladığı güçtür.

Realizmin önemli temsilcilerinden olan E.H. Carr, uluslararası ilişkiler disiplinini ikiye ayırır: Ütopikler ve Realistler. Ütopikler, liberalizmin iyimser çocuklarıyken realistler gücü ve ulusal çıkarları benimseyenlerdi. Bir diğer temsilcisi ise Thukydides’dir. Atina ve Sparta arasında çıkan M.Ö ortaya çıkan Peloponez Savaşları için Thukydides, gücün önemini şöyle ifade etmiştir: “savaşı kaçınılmaz kılan unsur Atina’nın gücünün giderek artması ve bunun Sparta’da yarattığı korkuydu”

Realizmin bir diğer önemli temsilcisi ise Machiavelli’dir. Machiavelli “Prens” adlı kitabında ise hükümdarların ülkelerinin çıkarları, güvenlikleri için her yol mübahtır anlayışını benimsemiş ve anlatmıştır. Machiavelli’ye göre eğer hükümdarın ülkesini korumak için savaş gerekiyorsa savaştan kaçınılmaması gerektiğine vurgu yapmıştır. Bir prens kendinden güçlü olanı zayıflatmalı, kendinden güçsüz olanları ise aynı konumda kalmasını sağlamalıdır. Machiavelli’ye göre hiçbir devlet barış içinde kalamazdı. Çünkü bir devlet başka bir devlete dokunmasa bile başka bir devlet gelir seni rahatsız ederdi. Bu nedenle bir devletin hayatta kalması sadece ahlak ve iyilikten geçmezdi. Aksine gerektiğinde kötü davranmayı normalleştirmek gerektiğini savunur.

 

Machiavelli ile birlikte diğer düşünürler de görünen gerçekleri dile getirmeye başladılar. Monarklar gücün peşindeydi ve öyle olmak zorundaydılar. İyi ya da kötü olsun bir şeyleri başarmak, sadece hayatta kalabilmek için yeterince güce sahip olmalıydılar(Şimşek,2014,s.49).

 

Liberalizm ise, Realist yaklaşımı bütünüyle reddeder. Liberaller, Realizmi savaşa teşvik ettiğini ve hatta savaşa götürdüğünü iddia ederler. Liberallere göre devletlerin doğasında birbirlerine karşı düşmanlıkları yoktur. Barış içinde yaşayabilirler. Realistlerin güç kavramının devletleri barışa değil savaşa götürdüğünü düşünürler. Liberal görüşünün temsilcilerinden olan Kant, Fransız İhtilalleri Savaşı’nda “daimi barış ittifakını” önermiştir. Liberallere göre güç dengeleri hayaldir; 1914’te olduğu gibi bu dengeler bozulduğunda dünyayı kan gölüne çevirirler (Şimşek,2014,s.54). Liberallere göre dünyayı monarklardan, diktatörlüklerden temizlerse barışın kendiliğinden geleceğine ve demokrasinin barış getireceğine inanırlar.

İsrail-Filistin ilişkisinde ve yaşanan diğer savaşlarda da gördüğümüz gibi realizmin savunduğu (bir devlet olarak sen hiçbir şey yapmasan dahi başka bir devlet gelir seni rahatsız eder) görüşün haklı olduğunu söyleyebilmek mümkün. Yani şu anda var olan dünya düzeninde realizmin savunduğu görüşlerin haklı olduğunu görmekteyiz.

 

3) İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞI’NIN KUVVET KULLANMA YASAĞI BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ

 

İsrail Devleti 1949’da BM’ye üyeliği kabul edildi. BM’ye üye olabilmek için şartlar vardır. Bu şartlardan bir tanesi de BM’nin alacağı bütün kararlara uymaktır. İsrail bunu kabul ederek üyeliği başlamıştı. Fakat İsrail Devleti BM’nin aldığı kararların hiçbirine uymadığını görüyoruz.

İsrail Devleti kurulduğu günden itibaren Filistin topraklarını işgal etmeye başlamıştır. BM’nin 1948’de çizdiği sınırları kabul etmemiş ve topraklarını genişletme politikasını izlemiştir. 1967 yılında savaş ile beraber işgal ettiği topraklar aslında Filistin toprağı fakat İsrail Devleti’nin kontrolü altındadır. 1948’de BM’nin çizdiği İsrail Devletinin sınırları ile bugünkü İsrail Devleti’nin sınırlarına baktığımızda ne kadar değişmiş olduğunu görebiliriz.

Geçmişten günümüze İsrail haritası

Şekil 1 İsrail Devleti’nin Toprakları

                                     Kaynak: https://bianet.org/biamag

 

Bu görselde de gördüğümüz gibi İsrail Devleti bölgede bir etnik temizlik ya da “Filistinsizleştirme” yapma amacının güttüğünü söylemek mümkündür. BM örgütünde Filistin Devleti’nin kurulmuş olması ile ilgili bulunan181. Maddesi gerçekten kabul görülmediği sürece bu sorunların yaşanması mümkün gözüküyor.

 

İsrail Devleti’nin Başbakanı Netanyahu işgallerin gerekçesi olarak,” terör faaliyetlerine karşı meşru müdafaa savunma” yaptığını söyleyerek yaptığı işgalleri BM’nin 51. Maddesinde yer alan meşru müdafaa hakkına dayandırmaktadır. Fakat meşru müdafaa hakkı sayılabilmesi için orantılılık ilkesine uygun olması gerekiyor. Aynı zamanda devletlerin kendini savunma hakkını tek başına yapabileceği gibi devletler bir araya gelerek de yapılabilir. ABD bu olaylara böyle yaklaşıyor olabilir mi? Böyle yaklaşıyor dahi olsa bölgeye gönderdiği savaş uçakları, gemilerini meşru müdafaa hakkına dayandırarak kullanması orantılılık ilkesine uymadığı için kabul edilemez. Yani yapılan bir saldırıya karşı orantılı bir şekilde karşılık verilmesi gerekiyor. Devletler, günümüzde ihkakıhakta bulunup kendi haklarını kendi güçlerinden yararlanarak alma hakkına sahip değiller. Fakat gördüğümüz üzere devletler bu düşünceye sahip olmakla beraber fiilen de harekete geçmişlerdir. Netanyahu açıklamalarında meşru müdafaa hakkının ötesine geçen cezalandırmak, intikam almak sözlerini kullanmıştır. Sadece meşru müdafaa hakkına değil uluslararası hukuka uygun da değildir. İsrail’in işgal altında tuttuğu topraklar ve orada yaşayan insanları “savunma” iddiası meşru müdafaa hakkına dayandırılamaz. Çünkü yaşanan saldırılarda çocukların, kadınların, binlerce sivillerin katledilmesi bu hakka dayandırılması hukuk açısından mümkün değildir. Bu olaylara karşı BM ise geçici ve uzun süreli bir ateşkese karar verdi. Fakat onunda ne kadar uzun sürdüğünü hepimiz gördük. BMGK de bakış açısının artık önceki gibi olduğunu görüyoruz. Burada işlenen sadece savaş suçu değil aynı zamanda sivillerin de öldürülmesi “insancıl suç” ihlalleri kapsamına girmektedir.1951 yılında imzalanan Cenevre Sözleşmesi’nde sivillerin öldürülmesi savaş suçu sayılmaktadır. Alınan kararların uygulanamamasının sebebi bu kararları uygulayabilecek bir otoritenin veya bir gücün olmamasıdır. Çünkü ABD’nin karşı olması. ABD’de İsrail’in işgallerini meşru müdafaaya dayandırıyor. Bütün bu yukarıda saydığımız eylemler uluslararası hukuka göre savaş suçu sayıldığı için başta üst düzey yöneticiler olmak üzere suç işleyen herkesin mahkemelerde yargılanması gerekmektedir.

 

4) SONUÇ

İsrail- Filistin sorunu artık bölgesel bir sorun değil, küresel bir sorun haline gelmiştir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan BM örgütü dünyada barışı sağlamak amacı ile kurulmuştu. İsrail Devleti’nin 1949’da BM’ye üyeliği kabul edilmiştir. Fakat BM’nin üyelik şartlarından biri “barışsever” olmaktır. Bir diğer önemli şartı ise “BM’nin aldığı bütün kararlara” uymaktır. İsrail Devleti bu şartların hiçbirine uymamıştır. BM’de bulunan bu şartlar göz önünde tutulmalıdır. BM örgütünün 2/4 maddesinde yer aldığı “kuvvet kullanma yasağı” ve 51.Maddesinde bulunan meşru müdafaa hakkı kapsamında olan bu kararları alabilmesine rağmen bu kararları fiilen uygulayacak bir askeri gücü yoktur. İsrail Devleti’nin saldırıları üzerine BMGK çok defa kararlar almıştır ama artık BMGK’nın aldığı kararların taraflı olduğu düşünmemek mümkün değildir. Devletlerin BM’de bulunan maddeleri kendi çıkarlarına uygun bir şekilde yorumlayıp haklı gerekçeler öne sürmeye başlamışlardır. Buna örnek olarak da ABD’nin 2002 yılında Irak’ı bombalamasını vermiştik. ABD bu saldırısını BM’de bulunan önalıcı meşru müdafaaya dayandırmıştı. Uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan teorilerden Realizm ve Liberalizmi mukayese ettiğimiz zaman realizm, hiçbir devletin barış içerisinde kalamayacağını ve gücü savunmuştur. Liberalizm ise devletlerin doğasında birbirlerine karşı düşmanlıklarının olmadığını ve barış içerisinde yaşayabileceklerini savunur. Bu iki görüşü ele aldığımızda şu an var olan dünya düzeninde yaşanan savaşlara baktığımız zaman realizmin haklı olduğunu söylemek mümkündür.

 

 

KAYNAKÇA

 

Ağır, B. S. “Bush Doktrini: Küresel bir Hegemonik İstikrar Arayışı mı?” .Uluslararası İlişkiler Dergisi 3 (2006 ): 71-100

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/539724

Beyaz, Fatih. (2022). Bill Clinton Dönemi ABD-Çin İlişkileri. Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Çalışmaları Dergisi , (5), 46-62.

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2473006

Çalık Topuz, Z. & Arafat, M. (2023). Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararlarının Filistin-İsrail Barış Sürecine Etkisi . Ankara Üniversitesi SBF Dergisi , 78 (2) , 357-380 .

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2224072

Çiftçi, Selda. Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma. Genç Hukukçular Hukuk Okumaları Birikimler-V-, İstanbul, (2016).

https://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/makaleler/birikimlerV/595.pdf

Değdaş, U. C. “Uluslararası Hukukta Önleyici Meşru Müdafaa Hakkı“. Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 4 (2017 ): 21-40

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1282326

Efegil, Ertan. (2008). Bush Doktrini ve Dünya Güvenliğine Etkileri . Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları (HÜTAD), (8) , 103-122 .

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/345715

Kocadayı, S. (2022). Rusya-Ukrayna Savaşı: Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma Yasağı Kapsamında İhlallerin Değerlendirilmesi . EURO Politika, (17) , 29-44 .

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3310433

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu