Mehmet Akif: Adanmışlığın Portresi
Âkif, Arapça’da ‘’Adanan’’ demekti, Adanmış olan…
İsmi ile müsemmaydı o… ALLAH, VATAN ve MİLLET yoluna adanmış bir ömürdü onunkisi…
Âkif bir şairden ziyade ete kemiğe bürünmüş bir şuur bir şiardır. İSTİKLAL kavramıyla özdeşleşmiş, BAYRAK ile bütünleşmiş, dalga dalga İSLAMLIĞIN ve TÜRKLÜĞÜN mefkure sancağı olmuştur…
Dava ve aksiyon adamlığıyla birlikte edebi, ilmi ve entelektüel yanının da ne kadar büyük olduğunu gözler önüne seren Âkif sıra dışı bir kişiliktir.
Veteriner hekim, vaiz, şair, öğretmen, sporcu, hafız, mütercim ve milletvekili gibi çeşitli meslekleri liyakatle yapıp temsil etmiştir.
Temelde bir Osmanlı ve Meşrutiyet aydını olan Âkif fikir coğrafyamızdaki alışılagelmemiş İslamcılardan biri olarak kabul edilir.
Hem medrese de eğitim almış olması hem de batı tipi eğitim kurumlarında ilmi hayatına devam etmesi bunun nişanelerinden biridir. İçinde bulunduğu aile iklimi de onu eğitim konusunda çok yönlü olarak etkilemiştir.
Aynı zamanda İmparatorluktan Cumhuriyete geçişin en önemli ara kuşak temsilcilerinden biridir. Fikir adamlığını kuru bir gürültüyle değil eyleme dökerek, harekete geçerek yaşamış, yazdıklarını amelleriyle de kanıtlamış bir mütefekkirdir.
Hayatının başka bir döneminde, devletinin ve milletinin çıkarları için çeşitli coğrafyalarda farklı görevler üstlenmiş bir aksiyon adamı olarak tarihin sayfalarında karşımıza dikilir.
Örneğin Balkan Savaşı’nda yaşanan bozgundan sonra aynı durumun tekrarlanmaması için çaba sarf eden Âkif, bu gayretinin meyvelerine ulaşamadan 1.Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Almanya’ya gitmiş ve orada Alman orduları karşısında savaşan Müslüman askerlere, Almanya ve Osmanlı Devletine karşı bu savaşın içinde yer almamaları doğrultusunda dini nasihatlerde bulunmuştur. Müslümanların niçin İngiliz ve Fransızların saflarında olduğu konusunda araştırmalarını derinleştirip, detaylandırdıkça bunun bariz sebebinin cehalet kaynaklı olduğunu görmüştür.
Bizzat megafonlarla cephelerde konuşma yapmış İngiliz ve Fransız saflarındaki Müslüman cenahında üzerinde tesirli olmuş ve birçok Müslümanın taraf değiştirmesinde önemli rol oynamıştır. Ayrıca hazırladığı broşürler uçaklarla Fransızların kumandasında çarpışan Müslümanların cephelerine dahi atılmıştır. Almanya’da ki görevinden döndükten sonra Teşkilat-ı Mahsusa lideri Kuşçubaşı Eşref Bey’le birlikte 4,5 ay kadar sürecek olan Arabistan yolculuğuna çıkmıştır. Yolculuğun esas gayesi İngiliz işbirlikçisi Şerif Hüseyin’in isyan hazırlığına karşı gereken tedbirleri almaktı. Bunun anısına‘’Necid Çöllerinden Medine’ye’’ şiirini yazar. Daha sonrasında İttihat ve Terakki’ye katılan Âkif, cemiyetin eğer doğru olmayan bir tutum ve davranışı olursa, cemiyetin emirlerine de itaat etmeyeceğini açıkça belirtmiştir.
Balkan Savaşı zamanında Müdafaa-i Milliye Cemiyetinin İrşad Heyeti üyelerinden biri olarak, çeşitli cami kürsülerinden halka vaazlar vermiş ve sonrasında ise bu vaazları gazetelerde yayımlamıştır.
Milli Mücadele sırasında 1. Meclise Burdur Mebusu olarak girmiş, Kuva-yi Milliye’nin Anadolu’daki faaliyetlerinde aktif olarak bir rol üstlenmiştir. Mustafa Kemal Paşa tarafından gelen davetle Ankara’ya icabet edince İstanbul Hükümeti tarafından Darü’l-Hikmet’ül-İslamiye’deki görevine son verilmiştir. Vaazlarıyla, bildirileriyle hatta Anadolu toprağını karış karış gezerek Türk Milleti’nin bağımsızlık mücadelesine büyük destek vermiştir.
İşte o, bu davranışlarıyla kuru gürültücü bir fikir yaygaracısı olmadığını, büyük bir mefkureci olduğunu da ispat etmiştir.
Gerçek bir Müslüman hassasiyetine sahip Âkif vahyi asla ve asla geçim kaynağı değil her zaman bir seçim kaynağı olarak görmüştür. Bu seçimin sonuçları çetin ve meşakkatli olsa da Âkif asla taviz vermeyecektir. Her ne kadar ümmetçi bir dünya görüşüne sahip olsa da milliyet sevgisini hiçbir zaman arka plana itmemiştir.
Önceleri ümmetin parçalanacağı endişesiyle milliyetçiliğe karşı çıkan Âkif yaşanılanların etkisiyle gözlerini artık o esaretteki biricik Türk vatanına dikmiştir…
Şiirlerinde Türklüğü yücelten birçok ifadeye yer vermeye başlamış, 17 Şubat 1921’de bitirdiği İstiklal Marşımıza ‘’Kahraman Ordumuza’’ ithafını düşmüştür…
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise genç Türkiye’de batıcılık anlayışı ile uyuşamayan M.Âkif Ersoy, 1925 yılında Mısır’a gitti. El Ezher Üniversitesi’nde Türkiyat dersleri verdi. Siroz rahatsızlığına yakalanınca hava değişikliği iyi gelir düşüncesiyle önce Lübnan’a, sonra Antakya’ya gitti fakat Mısır’a hasta olarak döndü.17 Haziran 1936 senesinde İstanbul’a döndü, 23 Aralık 1936 yılında ise kaldığı Mısır Apartmanı’nda hayata veda etti… Vakit geldi , ecel hünerini gösterdi; icra etti hükmünü…Gösterişli, debdebeli salon adamlarından olmadığı için hep acıdı Âkif’e kalabalık, lakin inandıkları uğruna satın alınamamanın keyfini yaşayamadıkları için de Âkif acıdı kalabalığa hep…
Üstad Mehmet Âkif’ten geriye adanmışlığın, kutlu bir ülküye inanıp ona göre hayat sürmenin o tarifsiz haysiyet ve hazzı kaldı…
Şimdi Âkif nerede hatırımıza gelse, yâdımıza düşse biz orada;
Bayrağın, hürriyetin, mazinin ve başı dikliğin sırrına vakıf oluruz…
Hüseyin ARLI