Genel Kültür

Cumhuriyet Otobüsü

Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız.

                                                                                     Mustafa Kemal Atatürk

Milletlerin insan yapısına benzer şekilde sosyolojik bir yapısı vardır. Bu sosyolojik yapı insan yapısının bazı şeyleri kabul etmediği gibi bazı olayları ve kavramları kendi içinde hazmedemez. Son zamanlarda gördüğüm, izlediğim, dinlediğim ve duyduğum şeylere dayanarak bunları söylüyorum. Bu şeyler kafamda tek bir soru uyandırdı. Acaba milletimizin yapısı Cumhuriyet rejimini hazmedemedi mi? Ülkemizde yediden yetmişe, sağcısı veya solcusu fark etmeksizin neredeyse tüm bireyler partizanlık ve deyimi yerindeyse adamcılık yapmaktadır.

“Bunu nereden çıkardın?” diye soracak olursanız bunu ben değil sizler çıkardınız. Herkesin tek derdi istediği kişi veya kişiler başa geçip, ölene kadar onlar yönetsin. Bu yaptıklarımızın monarşi rejiminden ne farkı var? Biz cumhuriyet rejimine geçmekle onu daha tam olarak kavrayamamış, resmen monarşi yönetimindeki düzeni, cumhuriyet rejimine uyarlamışız. Fakat bazı noktalarda kendimize hak veriyorum. Yüzyıllar boyunca bir hanedanlığın altında yönetilen, söz söylemeye dili varmayan halk kısa bir süre sayılabilecek bu zamanda nasıl cumhuriyeti kavrayıp düzgün bir şekilde karar verebilsin.

Yukarıda sözüyle başladığım Atatürk “Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi  zayıf değildir” dese de insanımıza baktıkça görüyoruz ki ne yazık ki zayıflamaya başlamış.

Aklıma gelen diğer bir soru şu; Cumhuriyet rejimi ve olgusunun işleyişi bir tek bizde mi sıkıntılı?

Cumhuriyetle yönetilen diğer ülkelere baktığımda gördüğümde ise şunu görüyorum. Bizde herkes tek bir adamın başa gelmesi veya hanedanlık gibi yönetilmek istiyor. Pek tabii hayır. Fakat böyle insanlar diğerlerinin yanında deyimi yerindeyse bir avuç kadar kalmaktadır. Diğer devletlerde gördüğüm ise tam tersi şekilde insanların çoğu akılcı ve cumhuriyet düzenine, işleyişine karşı bir problem olduğunda duygularını ve düşüncelerini yönetimdekilere söyleyebilmekte, cumhuriyet rejimine karşı olanın ise az olduğunu görüyorum.

Bu yapılarımızı tarihteki yaşadıklarımıza bağlıyorum. 1800’lü yılların ortalarına kadar milletimiz yönetime neredeyse ortak olamazken, Batılı devletler 1215’te Magna Carta Anlaşması ile kralın yetkilerini kısıtlıyordu. Biz 19. Yüzyıla kadar yönetim gücünün hanedana Tanrı tarafından verildiğini düşünürken sözüm ona diğer devletler bu anlayışı yıkmaya geçmişti.

Üstüne bir de Rönesans ve Reform, Fransız İhtilali gibi toplumsal olaylar cereyan edince onlar aydınlığa yelken açarken biz ise karanlığa doğru yelken açmışız. Sizin de bana soracağınız bir sorunun şu olacağını tahmin ediyorum. “Bizim de çok bilgili insanlarımız, çok bilgili padişahlarımız, çok bilgili yönetimimiz vardı?” Evet vardı ama cevap sorunun içinde saklı duruyor. Onlar bilgiliydi sen değil. Tamam halka dayalı Cumhuriyet’in çıkış noktası olan Fransız İhtilali’ni bir kenara koyacak olursak.

Bizim tarihimizde ne zaman Rönesans gibi bir neredeyse tüm toplumu etkileyen bir olay, toplum üzerinde din baskısını azaltan Reform bir olay ne zaman yaşandı? Bu olaylar Batı toplumunu bilinçlendirirken biz geri kaldıysak sorduğunuz soru neye yarar?

Yöneticisini seçme, egemenliğin kendilerinde olma isteği Batı toplumunun içinde yüzyıllardan beri var olmuş en sonunda ise Fransız İhtilali ile vuku bulmuştur. Biz de ise yönetime ortak olma, hanedanın sınırsız yetki ve isteklerinin sınırlandırılması ise 19. Yüzyılın sonları ve 20. Yüzyılın başlarında olmuştur. Bunca yıl cumhuriyet gibi bir rejim veya ona benzer veya bu olguyu oluşturacak durum yaşamayan halkımız için yönetime ortak olma ve Cumhuriyet’e geçiş biraz hızlı olmuştur.

Bu hızlı geçiş ise ne yazık ki milletimizde hala daha sindirilememiştir. Çünkü yazmış olduğum gibi bu Cumhuriyet rejimi ve olgusu yüzyıllardır gelen yönetim şeklimizde pek temeli olmayan bir unsurdur. Ama yine de Cumhuriyet rejimini tarihimizde temellendirecek olursak aklıma gelen verebileceğim tek örnek “Kurultay”dır. Kurultay adı verilen parlamento benzeri bu oluşum Orta Asya Türk devletlerinde savaşa, barışa törede ve dinde değişikliğe karar veren oluşumdur. Hükümdar töre gereği bu oluşumun kararına aykırı harekette bulunamazdı. Ne yazık ki bu oluşum da Cumhuriyetimizi tarihimizle temellendirmede yetersiz kalmaktadır.

Yazdıklarıma tek bir pencereden bakan kişiler benim tarihimizden nefret ettiğimi düşünebilir bunu öngörebiliyorum. Fakat hayata, etrafına birçok pencereden bakan insanlar ise benim bir nebze haklı olduğumu görecektir ki bende kendimi bu konuda yüzde yüz haklı olarak görmemekteyim. Sadece gördüklerimin, duyduklarımın, okuduklarımın, izlediklerimin eleştirisini yaptım. Tarihimizi seviyor ve tarihimizle gurur duyuyorum. 

Cumhuriyet hayatımızdaki en güzel olgudur. Kimsesizlerin kimsesidir. Cumhuriyetimizi iyice anlamalı, bize kattıklarına sahip çıkmalı ve onu ileriye taşımalıyız. Bundan başka çaremiz ve gayemiz olmamalıdır. Yazımı Cumhuriyetimizin Kurucusu Atatürk’ün 10. Yıl Nutku’nun  bazı bölümleri ile devam ettirmek istiyorum.

“Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.”

“Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.

Türk Milleti!

Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

Ne mutlu Türk’üm diyene!”

Yazımı daha fazla uzatmadan Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun Üç Dil şiirinin son kıtası ile bitirmek istiyorum.

En azından üç dil bileceksin

En azından üç dilde

Ana avrat dümdüz gideceksin

En azından üç dil

Çünkü sen ne tarih ne coğrafya

Ne şu ne busun

Oğlum Mernus

Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.

Cumhuriyetin büyük bir nimet olduğunun anlaşıldığı, muasır medeniyet seviyesine çıktığımız, otobüsü kaçırmamızı sağlayan deyimi yerindeyse boş ve manasız kavgaların olmadığı güzel yarınlara…

                                                                                            Gürsel Ayaydın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu