Safiyüddin Efendi’nin Harp Hatıraları
Süvari Teğmen Safiyyüddin Efendi’nin Çanakkale ve Kafkas Cephesi Harp Hatıratı Kitap Özeti
Süvari Teğmen Safiyyüddin Efendi, Çanakkale Cephesinde görev almış bir subaydır. Burada bulunduğu sürece gördüklerini ve yaşadıklarını kaleme almıştır. Özellikle tartışma konusu olan askerin yemeği hakkında da önemli bilgiler vermektedir. İngiliz siperleri içinde girmiş olan Safiyyüddin Efendi gördükleri karşısında şaşkınlığını gizleyememiştir. 18 Ocak 1916’da Çanakkale’den ayrılmıştır.
Mekan ve Olaylar
Gelibolu
7 Mayıs 1915 günü Çanakkale Cephesine ulaşan Safiyyüddin Efendi, uzun bir yolculuğun ardından Gelibolu’ya inmiştir.
“Saat 3 raddelerinde Gelibolu’ya ulaştık. Bombardımandan tahrip edilen liman
dairesi yanında tahtadan yapılmış harap iskeleye çıkıldı. Silah çatmış alaylar,
taburlar, mekareler, erzak çuvallarını ambarlara nakleden binlerce insanlar.
Rıhtımda mitralyöz bölükleri, emir bekleyen topçulardan ibaret bir insan mahşeri!”
Akbaş Limanı
Gelibolu’dan çıktıktan sonra vapur Akbaş Limanına hareket etmiştir. Buraya geldikten sonra gördüklerini şöyle anlatmaktadır.
“Bir-iki saat sonra dik bir yamacın altında, çadırlar kurulmuş geniş meydanlığın her
tarafı birçok insan hayvan, harp malzemesi, harp hattına nakledilmeye hazırlanan
mekareler, erzak kolları, yükünü sahile indiren kayıklar, sıhhiye arabaları kafile kafile
yılankavi bir yoldan ve sık bir ormanlık içerisinden gidip geliyorlar idi.”
3. Kolordu Karargahı
Akbaş Limanında bir süre bekledikten sonra hazırlanan mekare ve bir neferle 3. Kolordu Karargahına hareket ettiler.
“Kesif ve karanlık bir ormana girildi. Buralarda tek tük askerler görülüyordu. Nefer
durdu ;
- “Karargah burasıdır!” demesiyle ortada ne bir bina ve ne de bir çadır görünmüyordu.
Meğer ki tayyarelerin taarruzuna uğranılmaması için toprak altında yerler yapılmış.
Beyaz çadırların üzerine çam dalları asılarak maskelenmiş olduğundan uzaklardan
burasının karargah olduğu anlaşılmıyordu. Karargahımız, Bigalı köyüyle Maydos
caddesinin kavşak noktası olan iki vadi arasında idi.”
45. Alay 3. Tabur Karargahı
Safiyyüddin Efendi, zabit eksikliğinden dolayı gelen emirle 45. Alay 3. Tabur Yaverliğine tayin olduktan sonra yaşadıklarını şu şekilde anlatmıştır.
“Devamlı muharebeler kıtaattaki piyade zabit noksanlığı acılı bir şekilde
hissettiriyordu. Otuz beş gün karargah muhafız süvari takımında istihdam edilmekte
iken, 11 Haziran 1915 Cuma günü saat on bir buçuk raddelerinde 45. Alay 3. Tabur
yaverliğine tayin buyrulduğumu bildiren emir, Cumartesi günü yemekten sonra
Karargah Katibi Rifat Efendi merhum tarafından bana tebliğ edildi.
Cumartesi günü Ağıldere’deki alaya katılmak üzere süvari neferim Bilal’i
yanıma alarak ve karargahtaki arkadaşlarıma veda ederek ikindi üzeri hareket
ettim. Yaylatepe’nin sivri ve yüksek bir noktasında olup on metre kadar kazılmış
bir çukurun içerisi portatif çadırlarla duvarları örtülmüş bir deliğe girdik.”
Maltepe Karargahı
Safiyyüddin Efendi Maltepe’de Hususi Bir Gece olarak anlattığı buraya arkadaşı Mülazım-ı Evvel (Üsteğmen) Cavid Bey’i ziyarete gelmiştir. Ziyaret ve yemek yedikten sonra buradan ayrılmıştır.
“On dakika sonra önünde güzel bir bahçe ve her tarafını denizden getirdiği çakıllarla
çevirmiş çadırın önünde Cavid, Halil, Katip Mehmet Efendiler tarafından karşılandık.
Hayvanlarımızı süvariler alıp bir ağaç altına çekildiler. Çadırın önüne masa ve birkaç
portatif sandalye getirildi. Biraz istirahatten sonra katibin çadırına gittik. Karanlık
bastırdığından büyücek bir bir lamba, masalık vazifesini gören gaz sandığı üzerine
yerleştirildi. Yemeğimiz kadınbudu, börek ve ekmek kadayıfı idi. Yemekler karnımızı
doyurdu. Ve biz de veda ederek hareket ettik.”
Palamutluk Bataryası
Palamutluk Bataryasında görev yapan biraderi Yüzbaşı Ziver Bey’i, bölgede yaşanan şiddetli muharabenin sakinlemesiyle görmeye giden Safiyyüddin Efendi yaşadıklarını şu şekilde aktarmıştır.
“Arkadaşım Seyfi Bey’e;
-“ Bugün buraları bana pek soğuk manzara arz ediyor. Uğursuz bir levhanın şahidi
olacağımızı zannediyorum. Zira buraların canlılığından eser kalmamış!”diyerek biraz
daha yürüyüşümüze devam eden kuraklıktan suyu tükenmiş derenin bir kenarında
seri ateşli heybetli bir top duruyordu. Bekçisi olmayan terkedilmiş bir top! Yanına
yaklaştık. Her tarafını gözden geçirdik. O azametli müdafi, kalkanından yaralanarak
aldığı yaradan dolayı harp hattından çekilmiş, o çelik kalenin burcu gibi demirden
top, kanadı yaralı bir kuş gibi derenin kenarına atılmış idi. Düşman biraz susmuş
olduğundan birlikte şehidin yanına gittik. Birkaç dakika sonra gelen üç sıhhiye
neferinin getirdiği teskere ile Ali Onbaşı sıhhiye neferlerinin omuzları üzerinde
mübarek kabrine götürüldü. Pek ziyade müteessir olan Batarya Kumandanı Ziver Bey,
kahraman neferinin intikamını almak için ‘top başına!’ kumandasıyla üç top grup
ateşiyle düşman siperlerine mermiler gönderilmeye başladı. Çıplak gözle gördüklerim,
düşman siperleri üzerinde patlamalar oldu. İngiliz bacakları, kolları havada uçuşmaya
başlayarak onbaşının intikamını aldı. Hava karardı, topçular karavana başına
toplandılar. Biz de köfte, bamya ve salata gibi üç türlü yemek ile sofraya davet
edildik. Yerin darlığından sofra ikiye ayrıldı. Sönmeye mahkum bir mumun ışığı
altında karnımızı doyurduk. Gece saat iki olmuş idi. Almanya’dan hediye olarak
gönderilen kakao kahvesini de kırılan fincanlar yerine çay bardağıyla içtik.”
Kemalyeri
Safiyyüddin Efendi 6 Ağustos 1915 günü Mustafa Kemal Paşa’nın da karargahının bulunduğu Kemalyeri mevkiine hareket etmiştir.
“Kemalyeri, (sonradan) 2. ve 7. Ordu kumandanlıklarında bulunan ve bu tarihte kaymakam (yarbay) rütbesinde olan ve (hatıratın yazıldığı) şu an da mirliva (tuğgeneral olan Mustafa Kemal Paşa’nın karargâhı olduğundan namlarına izafeten “Kemalyeri” denilmiştir. Takım Kumandanı Nusret Bey’le yarım saat kadar görüşmekte ve veda etmekte iken misketleri çadırımızın içerisine giren bir dane patladı.
Düşman fasılalı bir şekilde Kemalyeri’ni dövmeye başladı. Kolordu Kumandanlığı’nın karargâh olarak kullandığı bu mevki Arıburnu’nun merkezinde ve harp hattına yakınlığı sebebiyle tehlikeli mıntıkalardandı. Harbin gidişatını yakından takip ve müşahede maksadıyla kolordu burasını karargâh yapmıştı. Bu mevkide bir telefon dairesi ve tepe hattında sahra ve cebel toplarından birer batarya ve manga kuvvetinde emirber süvarileri, derin hendekler, çukurların inleri içerisinde ikamet ediliyordu.”
İsmailoğlu Tepesi 4. Süvari Alayı
15 Ağustos 1915 sabahı gelen bir zarfı 4. Süvari Alay Kumandanı’na ulaştırmak üzere yola çıkmıştır. Burada tepenin öneminden, sahilde çürümüş olan düşman cesetlerinin kokusundan, sınıf arkadaşlarıyla karşılaşmasından ve yedikleri yemekten bahsetmektedir.
“Düşman eline geçip sonradan pek kanlı muharebelerden sonra geri alınan bu tepenin askeri ve mevki bakımından önemi büyüktür ve bu tarihi tepe denizin önünde yıkılmaz bir kale vazifesi görüyordu. Tepeye yaklaşarak hayvanlarımızın süratini artırıp kendimizi tepenin gerilerine attık. 6 Ağustos bombardımanında düşmanın Kemikburnu ve Sazlıdere’ye asker çıkarmasıyla yapılan göğüs göğüse muharebede sahildeki düşman leşleri yığını duruyor ve görülüyordu ve havanın kuraklığından cesetler çürümüş olduğundan kötü koku her tarafı istila etmişti.
İsmailtepesi’ni Bursa Seyyar Jandarma Taburu’yla mensup olduğum 4. Süvari Alayı’nın himmetiyle düşmandan geri alınarak, muhafazası da kendi alayımıza verilmişti. Alay karargâhına geldiğimde sınıf arkadaşlarımdan Hasan Reşid, Bağdadlı Tevfik ve Üsküdarlı Emin Efendiler tarafından karşılandım. Hiç beklenmeyen bu karşılaşmadan dolayı sevinmiş idik. Alay kumandanına ait olan emri verdim. Tekrar arkadaşların yanına gittiğimde öğlen yemeği de getirilmiş olmasıyla et, kabak, patlıcan, domates salatası, büyücek bir karpuzun etrafında diz çöktük. Yemek esnasında iken siperlerde harp başlamış idi. Donanma İsmailoğlu Tepesi’ni ateş altına almıştı.”
Ilgardere Ormanı
Koğuşların ve hayvan ahırlarının inşaatında kullanılmak üzere kereste kesmek için Ilgardere Ormanına gittiler. Köyden aldıkları yiyecekle yemeklerini yediler ve geceyi ormanda geçirdiler.
“Efrad koğuşları ve hayvanların ahırları inşaatı için şimdiden hazırlıklara başlanması gerektiğinden Ilgardere ormanlarından kereste celp ve nakli için birkaç mekare ile sekiz on neferi balkana (orman) göndermiş idim. Bugün ben de karargâhımızdan dört saat kadar mesafede olan ormana gitmek üzere hareket ettim. Asker, elindeki baltalarla asırlık ağaçları parçalıyordu. Geceyi balkanda geçirmeye karar verdim.
Fakat konaklamak niyetiyle gidilmediğinden ne bir örtü ve ne de bir yiyecek cinsinde ekmek vesaire yanıma almadığımdan köyden biraz ekmek ile tedarik edilen peynir şu sükûnetli ormanın içerisinde nefis bir gıda oldu. Balkanlar serin olduğundan gür bir ateş yaktırdım ve ağaçlardan bir çardak ile atım için de korunaklı bir mahal inşa ettirdim. Sema siyah elbisesine büründü.
Rüzgar esmeye başladı. Bu gece safhası da canımı sıkmaya hazırlandı. Numan Çavuş, henüz saatin bir olduğunu söylemesiyle sabaha kavuşmak adeta bir iş idi. On saatlik bir mesaiden sonra neferler baygın baygın birer çam kenarında uykuya daldılar. Topların sükûtu, yerine denizin asabi dalgaları ve Boğaz’ın rüzgarının şiddetli fısıltıları işitiliyordu. Beni üşütmemek için neferler nöbetleşe kalkıyor, iki kocaman ateş arasında yattığımdan ateşi alevlendiriyorlardı.”
Kanlısırt
27 Eylül 1915 günü gelen emirle 12. Alay’ın yerini almak üzere Kanlısırt siperlerine hareket ettiler. 12. Alay subaylarından mahalleri ve siperlerin tehlikesi ile ilgili bilgi aldılar. Ateş hatları, bomba mahalli, seyyar mutfak mahalli ve sargı mahalli gibi yerleri gördü.
“Tabur Kumandanı Memduh ve Bölük Kumandanı Emin Beylerle ben birlikte olmak üzere zikzaklı yollardan parmaklarımız üzerine basıp ve iki kat olarak eğilmiş bir vaziyette karanlıklar içerisinde kum çuvalları arasından ön siperlerin içerisine girdik. Bize rehberlik eden 12. Alay subayları teslim alacağımız mahalleri gösteriyorlardı ve kısık bir sesle;
– ” Burası falan siperlere nazaran pek tehlikelidir, bu siper en ziyade mitralyöz, diğerini sahralar, filan yeri lağımlar, beriki tarafı cebel topları, şurasını zırhlıların ateşi tutuyor ve taciz ediyor!” diye malumat veriyorlardı. Her tarafı gezdik, emin bir mahal tavsiye eden olmadı! Bir diğerini takiben birer birer efradı mevzilere aldık. Gece olmak münasebetiyle uzun boylu açıklamaya zaman müsait olmadığından nöbetçilerin miktarını artırdık.
Biz de bir çukura girip tıkıldık. Allah’a hamd olsun teslim alma işi zayiatsız geçti. Geceyi uykusuz geçirdiğimizden seherle birlikte istihkâmları gezmeye başladık ve fakat binlerce kazmalardan açılan yolların çokluğu ve tabii ki düşmanın vaziyetine göre kazılan istihkâmlarda doğru bir yol olması mümkün değildir. Beş dakika evvel girilen yerlerden geri dönmek imkan haricinde olduğu gibi bütün yollar da birbirine benziyordu. İstinat hatları, birinci ateş, ikinci ateş hatları, bağlantı yolları, bomba mahalleri, sargı mahalleri, korunaklı mahaller pek girintili ve çıkıntılı idi.
Birinci Ateş Hattı: Sağ cenahtan başlayarak 82-83 numaralı siperler, bomba mahalli, Rıza Efendi siperleri ve siperlere uzanan yol 82 ve 83 siperleri arasında “Örtülü Yol” adı verilen korkunç ve karanlık mağara, Rıza Efendi siperleri arkasında Torbakapı namında ki örtülü yol.
İkinci Ateş Hattı: Hulusi Deresi ve harple İngilizlerden alınan İngiliz siperleri, 79 numaralı siperler.
Üçüncü Ateş Hattı: Hulusi Deresi sağ cenahı, Kanlısırt merkezi, aynalı tüfek mevzileri ve sol cenahta Gülnardere hattıdır.
Dördüncü Ateş Hattı: İhtiyat mevzileri, sağ cenahta tabur karargâhı, merkezde ve Yanıkdere cephesinde alay karargâhı, sargı mahalleri.
Hulusi Deresi’yle Yanıkdere’nin birleşme noktasında sıhhiye merkezleri, seyyar mutfak mahalli ve şüheda kabristanları.”
Bomba Mahalli
Dar iki kişilik bir yerdir. Ses çıkarmanın tehlikeli olduğu gibi sigara içmek yasaktır. Günlük 80-90 bomba düşüyor, günde birkaç şehide veya yaralanmaya sebep oluyor.
“Bomba mahalli, ölüm yatağı ve canlıların mezar yeri demektir. Burasını görmek değil ismini işitmek bile insana korku verir. Bu mevki siperler içerisinde müstesna bir dehşetli mevkidir. Üzeri gayet kalın kalaslarla örtülmüş ve ancak iki kişi sığabilecek kadar dar ve karanlık bir mahal olup günlük seksen-doksan bombanın düştüğü bir mahal ve bizimkilerin bomba atış mahalli olup günde mutlaka birkaç şehide veya yaralanmaya sebebiyet veren bu uğursuz yerin etrafı kanla sıvanmış olup ne girilirken ve ne de çıkılır iken ses sada işitilmemesi gerektiği gibi sigara içmekte yasak olup, öksürüklü askerler de buranın nöbetinden affedilirlerdi.
Karşımızdaki İngilizlerin bomba mahallinin de bizimkinden farkı olmadığı gibi bizimkiler gibi İngilizler de aynı şartlara riayet ederlerdi. Bir zamanlar burası kendi kendisini yaralayıp harp hattından kaçmak için bin türlü alçaklığı işleyen arap askerlerine mahpushane olarak da kullanılmak zorunda kalınmıştı. Firarı ve kasten yaralanmayı engellemek için cidden etkili bir tedbir idi.”
Düşman Siperleri
20 Aralık günü sabaha karşı hafifleyen yoğun bombardımanın ardından keşif taarruzu için siperlerinden çıktılar. İngiliz siperlerine vardıklarında siperlerin boşaltıldığını, İngilizlerin buraları boşaltıp kaçtıklarını gördüler. İngiliz siperleri içerisinde gezmeye başladılar. Siperlerin, korunaklı mahallerin, bomba mahallerinin, mutfaklarının oldukça düzenli ve sağlam olduğunu gördüler.
“Bizim siperlere nazaran hem muntazam ve hem de sağlam müstahkem olmakla beraber, korunaklı mahallerinin de gayet iyi olduğunu söyleyebilirim. Siperlerini harp tekniğine uyarak pek derin kazıp üzerlerini de demirlerle örtmüşlerdi. Yeraltındaki ulaşım yolları da büyük şehirlerin muntazam caddeleri kadar temiz olup ve cephe hattını o şekilde taksim etmiştir ki siperler manga manga olup gözcüler içinde örtülü siperler kazılmıştı.
Efradın yatacak mahalleri de her birliğin görev yaptığı siper yanında bulunuyordu. Yollar o kadar çok idi ki her siperin başına bir numara tahtası ve siperin ismi ve hangi taburla tutulacağını içeren levhalar takılmış olduğundan bu eğri büğrü yollardan girip çıkmak biraz olsun kolaylaştırılmıştı. Aynı şekilde örtülü yollar içerisinde kırk elli metre derinliğinde kazılan kuyu gibi mahzenlerde cephaneleriyle bombaları bulunuyordu. İhtiyat hatları o derece muntazam idi ki ihtiyata çekilen birlikler memleketlerine dönmüş kadar memnun oldukları anlaşılıyor.
Çünkü ihtiyat hatlarında bahçeler yapılmış, meydanda bulunan oyun kağıtları, tavlalar, sağlam ve kırık kemanlar, mandolin ve gitar gibi müzik aletleri ve seyyar gazinolarında şampanya, viski, bira şarap gibi en kibar alemlerde kullanılan içki ve mezelerde de aynı nefaset ile yiyecekleri çok boldu. Hemen her siperin her mangasında bir telefon makinesi var idi. Telefon hatlarının çokluğu adeta büyük şehirlerin borsa merkezini andırıyordu. Bizde olduğu gibi kazanlar içerisinde yemek yapılmayıp portatif ve seyyar mutfaklar ancak icabında kirlenen alüminyum tabakları yıkamaya hizmet ediyor. Çünkü her nefere konserve veriliyordu.”
Anı ve Hatıralar
1)Çanakkaleye yaklaşırken vapurda yaşadığı olayı şu şekilde aktarmış:
“Bu esnada kaptanın kumandasıyla vapurdaki fenerler söndürüldü ve ilaveten; “Yüksek sesle konuşmak, şarkı söylemek, bağırmak yasaktır!” emri tayfalar tarafından vapurun benimle beraber üç-dört kişiden ibaret olan yolcularına tebliğ edildi. Garip olan şu emir dikkat çektiğinden kaptan beyden fener söndürülmesi ve sessizliğe itina edilmesi lüzumundaki maksadı ögrenmek üzere iki arkadaşla kumanda köprüsüne gittik. Kaptan beycsoru sormayı beklemeksizin adeta ziyaret maksadını anlamış gibi;
– “İngiliz torpido muhripleri ve denizaltıları harp malzemeleri taşıyan vapurları batırıyorlar. Bizim yükümüz de cephane ve silahtır. Bulunduğumuz mahal açıklık, denizaltıların dolaştığı yerdir. Birkaç gün evvel burada birkaç vapurumuz batırıldı!”
2)Tabur Karargâhına geldiği vakit, Tabur Kumandanı Bafralı Ali Rıza Bey ile arasında geçen diyaloğu şöyle anlatmış:
” – “Ne istiyorsunuz? Tabur kumandanı benim!” cevabını verdi. Derhal esas duruş takınarak taşıdığım emri kendilerine verdim ve ilaveten;
– “Maiyetiniz yaverliğine tayin edilen Safiyyüddin!” diyerek kendimi takdim ettim. Emir okundu;
– “Otur evladım hoş geldin. Yaverim olmadığından pek müşkilatta idim. Baba-oğul birlikte çalışırız. Eşyan nerededir?” yolunda beni iltifata boğan kumandan, binbaşı rütbesinde Bafralı Ali Rıza Bey idi. Bir sigara verdi ve vaziyetleri hakkında biraz malumat ile düşmanın, bulundukları mıntıkayı iki günden beri devamlı bir ateş ile taciz etmekte olduğunu ve bu gece de düşman tarafından yapılması muhtemel bir taarruzu beklemekte olduğunu ve buna rağmen tabur subay ve erlerinin pek güzide ve cesur askerden müretteb olmasından bir derece teselli hissetmekte olduğunu ilave eylemesiyle canım ziyadesiyle sıkıldı.”
3)Mülazım(Teğmen) Bedri Bey ile arasında geçen konuşmayı şu şekilde anlatmış:
” – “Merhaba arkadaş, ne düşünüyorsun?
– “Bir haftadan beri yattığım, yediğim ve oturduğum yer burasıdır. Karşımdaki düşmanın mıntıka ve yakınlığı beni derin bir uyku uyumaktan men ediyor!” cevabını verdi. Karargâhtan, Bedri ile bana yemek göndermişler idi.
Bedri’ye hitaben;
– “Yahu gel şuracıkta oturalım. Bak ne ola? Söğüş, pilav, yoğurt. Varsın atsın. Ecel geldiyse yerin dibine girsek faydasız.” Meğer ki Bedri de bu teklifi bekliyormuş. Geçirdiğimiz halecânın üzerine getirilen yemekler o kadar nefis geldi ki adeta her şeyi unutmuştuk. Hatta yemekten sonra sigaralarımızı mahrum bırakmayarak kahve bile içtik.”
4) Korunaklı mahalde bulunurken buranın üstüne düşen ama patlamayan bir bombanın etkisiyle toprak altında kaldığını şöyle anlatıyor:
“İkinci defa üzeri kapalı in içerisine girdiğim vakit ruhumu ezen bir ızdırap içerisinde idim. Şaşkınlık içerisinde bu uğursuzluğu seyretmekte iken korunaklı mahal, üzerine düşüp Allah tarafından patlamayan danenin darbesinin tesiriyle göçen inin üzerindeki ağaçlarla bir toprak kümesi altına gömüldüm ve bayıldım. Beni kimse gelip kurtarmaya cesaret edemiyormuş. Neferlerim;
– “Eyvah, şehid oldu!” diyerek birkaçı imdadıma koşmuşlar.
Üzerime yıkılan ağaçlar kaldırılıp yalnız başım meydanda kaldığından vücudum üzerindeki toprak yığınları kaldırıldıktan sonra kendime geldim. Üzerimde yani omuzlarım üstünde birkaç bere ile karnım üzerinde bir el genişliği kadar çürüklük var idi.”
5)Safiyyüddin Efendi, muharebeler esnasında İngilizlerin bizim siperlerimize attığı beyannameler hakkında ki düşüncelerini de anlatmıştır:
“Mısır Hristiyan Gençleri Akdeniz Bahriye Kuvvetleri Cemiyeti
Mehmed, nasılsın, iyi misin? İyi bil ki yarın bir Avustralyalı tarafından esir olacaksın.”
İngilizler buna benzer beyannameler kusuyorlardı. Bu hareketleri sırf korkaklığındandı. Beyannamelerine teşekkür makamında obüslerimizle karşılık veriliyordu.”
6) Yine ölümle burun buruna geldiği bir anlardan birini şöyle aktarmış:
“Yaralanmalar, siperlere döndüğümüz sırada havadan gelen bir bombanın patlamasından ileri geldi ve benimde başımdaki kalabağa bir kurşun isabet ederek delinmesi ile muhakkak bir ölümden kurtulduk.”
7) Bomba mahalline yerleştirilen telefon makinesi yerleştirilmesi hakkındaki düşünceleri:
Bomba mahallinde sessizliğe riayet edilmesi gerekirken, herkesi hayretler içerisinde bırakan bir hâl, bu mahalle telefon konulacak bombacılarla muhabere edilecek ve bombacıların isabet derecesine dair malumat vereceklerdi. Telefon telleri döşenirken telefonculardan 4 nefer şehid oldu. Makine, mahalline yerleştirilip, “Alo, Alo!” diyen askerlerin beynine bombalar düştü. Dört saat sonra makine kaldırıldı. Emri veren ile bu aklı düşünene Allah akıl versin!”
Emin Çakır