Genel Kültür

21. Yüzyılda Kurtuluş Savaşı

“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”

Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.

Bursa Nutku

Ülkemiz kuruluşunda bir Kurtuluş Savaşı atlattı, bu bir nebze kolay bir savaştı çünkü düşman belliydi ve millet topyekün şekilde bu düşmana karşı mücadele verip ülkemizi düşmanın vatanın boğazına dayadığı hançerden kurtardı. Peki bu düşmanın ardında bıraktıklarına ne oldu? Görünen düşmanı def etmek kolay, ya içimizdeki şeytanları def etmek ne kadar kolay?

İçimizdeki Şeytanlar

Ne güzel söylemiş İsmet İnönü “Hiçbir ülke yoktur ki, kendi içinden bizim kadar hain yetiştirebilsin. Üç tarafı denizlerle dört tarafı hainlerle çevrili güzel ülkem, ülkemiz. Yukarıda bahsettiğimiz görünmeyen düşmanların en büyüğü geçtiğimiz günlerde öldü. Sahneye çıktığı ilk günden, hainliğinin ona muhabbet besleyen insanların anladığı güne kadar ılımlı bir vaiz, bir hoca imajı ile günden güne büyüdü, peki bu insan kılığına girmiş iblis bu gücü tek başına mı kazandı? Tabii ki hayır.

Ona yardım edenlerin en az onun kadar hain olup cumhuriyete ve temel ilkelerine düşman kimseler tarafından verilen güçle devlet hayatına teşebbüs etti. Onun yarattığı ve yaratacağı tehlikeleri önden görenler elbette oldu. (Necip Hablemitoğlu, Uğur Mumcu en büyük örneklerdir.) Fakat bu önden görenler, cumhuriyetin varlığına ve birliğine inanmış bu kişiler ne yazık ki bunlar tarafından suikast ile, türlü entrikalar ile itibarsızlaştırma ile bertaraf edilmiştir.

(Necip Hablemitoğlu 18 Aralık 2002 tarihinde evinin önünde çapraz ateşe tutularak suikaste uğramıştır.)

Cumhuriyete düşman bu içimizdeki şeytanlar bu zatın etrafında toplanmış ve ona “Hocaefendi” diyerek ululamıştır. Şimdi soruyoruz bu zatı ululayan kimselerde en az onun kadar hain değil midir?

İçimizdeki şeytanlar sadece bu örgütle sınırlı değildir. Ülkemize tehdit olan bir diğer unsur terör ve terörist seviciliğidir. 20 yılı aşkın süredir İmralı’da yatan vatansız binlerce insanımızın öldürülmesinde başrol oynamış, birçok çocuğu babasız ve annesiz bırakılmasına önderlik etmiştir.

Şehitlerimizin ve masum insanların kanının elinde olduğu bu vatansız için şimdi salıverilme, Gazi Meclisimizde konuşma yaptırılması isteniyor, bununla da kalmayıp başka bir kişi de çıkıp devleti bu vatansızın sevicilerine peşkeş çekiyor. Vatanın bölünmez bütünlüğü için can veren ulu şehitlerimiz, vücudunun parçalarını yurdun dağlarında ve ovalarında bırakan ulu gazilerimiz sonu böyle bitecek bir düzen için mi kendilerinden ve ailelerinden vazgeçtiler?

Bu söylenenleri doğru bulan ve destekleyen kimseler yarın bir gün hak vaki olduğunda ulu şehitlerinin, çok sevdiğimiz Gazi Mustafa Kemal’in yüzüne nasıl bakacaklar? Bunların olmasını savunan, normal karşılayan bir kimse Türk milletinin çektiği sıkıntılara, verdiği şehitlere, Türkiye için şehit olmuş babasının veya annesinin ardından gözyaşı akıtan çocuğa ihanet eden hainler değil midir?

Dalkavukların, Canilerin, Düzensizliklerin İçinde Eriyen Toplum

İçimizdeki şeytanların en belli olmayanları olan bunlardır. Bir kaldırımda yoldan yürüyüp geçerken bir caninin yanından geçmiş olabilirsin, yıllarca uğraşıp ulaşmaya çalıştığın konuma kolaylıkla erişebilen insanlara bakıp da fark etmemiş olabilirsin, bir konuda yardım istediğin kişi o kötülüğün içinden de geliyor olabilir. Tüm bunlar içerisinde dürüst ve namuslu Türk vatandaşları ne yazık ki günden güne erimektedir.

Bir siyasetçi, çocuğunu TBMM’de işe kolaylıkla sokar, evladının hakkı olmayan paraya sahip olmasını sağlayabilir. Bir kişi sırf tanıdığı yüksek makamlarda diye hak etmediği yerlerde bir koltuğa sahip olabilir. Daha da kötüsü sen bunlardan şikayet ettiğinde şükretmeni ve sabretmeni isteyebilir. Peki bunları yapan veyahut yapmaya cüret eden kimse biz Türk gençliğine ihanet etmemiş midir?

Geçtiğimiz günlerde bir kardeşimiz vahşice katledildi, küçük bir kardeşimiz öldürüldü, sokağın ortasında eşini döven adam serbest bırakıldı. Sokaklarımız her an tehlike içerisinde bilmeden veya görmeden adli makamlarca serbest bırakılan bir suç makinesi tarafından saldırıya uğrayabiliriz. Peki şimdi soruyoruz sokaklarımızı güvensizleştiren, her an açık hedef halinde bizleri canilerin önünde bırakanlar dürüst ve namuslu kişilere, kadınlara ve çocuklara ihanet etmemiş midir?

Sokaklarda bu tehlikelerin yanında en az bunlar kadar hatta bundan daha tehlikeli bir şey daha var. Gençlerimiz, hatta çocuklarımız ne yazık ki zehirleniyor, uyuşturucu satımı ilkokullara kadar inmiş halde, şikayete gidiyorsun savcı uyuşturucu baronu, kuryesi polis çıkıyor. (bkz: Savcı baron çıkmıştı istenen ceza belli oldu)

Büyükşehir sokakları bağımlı insanlardan geçilmezken, bu suçlular yine ellerini kollarını sallayıp kayırılmalar sayesinde, kanunların açıkları sayesinde rahat rahat sokaklarda gezebiliyor.

9 ay boyunca hayaller kuruyorsun, geleceğini ve hayatını güzel yaşaması için bir sürü planlar yapıyor, mutlu olması için çabalayacağını gösteriyorsun fakat hastanede bebekleri bile öldürüp para kazanan bir çete çıkıyor, tüm hayallerini, evladınla ilgili tüm düşüncelerini onunla beraber kara toprağın altına koyduruyor. Elebaşına bakıyorsun terör örgütü üyeliğinden ceza yemiş fakat cezası düşürülmüş ve tekrardan doktor yapılmış olduğunu görüyorsun. (Bu aşağılık çeteyi çökerten savcımızdan Allah binlerce kez razı olsun)

Peki şimdi soruyoruz buna sebep olanlar ve bunları topluma kazandırılma adı altında tekrar sokağa salanlar bizim sağlık hakkımıza ve adalet duygumuza ihanet etmemiş midir?

Tüm bu durum içerisinde Türk genci ne yapmalı Bursa Nutku’nda söylendiği gibi eline ne varsa alıp sokaklarda ve caddelerde Dadaloğlu gibi Köroğlu gibi isyan mı etmelidir? Yoksa susup tüm bunların düzelmesi için dua mı etmelidir? Orası artık bir muammadır.

Duvardaki saatin tik tak seslerine biraz daha kulak verdiğimde beynimde sadece bir ses yankılanıyor: Garibanın kaderi intihar ve ihtilal arasında salınır.

 

 

“Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

                                                                                                                                                       Gürsel Ayaydın

Bir diğer içeriğimize buradan ulaşabilirsiniz…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu